Bu oluşturucu özelliği anlamak için bu geleneklerin, hacker'ların genelde ilgi sahalarının çok dışında, tarihte benzeştiği bazı şeylerden bahsetmek faydalı olabilir. Hukuk tarihi ve siyaset felsefi öğrencilerinin bileceği gibi, bu geleneklerin işaret ettiği mülkiyet teorisi, birebir Anglo-Amerikan `common-law'daki toprak iskanı ile aynıdır! (Çevirmen not: Bizim hukuk sistemimiz, kıta Avrupa'sının Jüstinyen kanunlarından başlayan hukuk geleneğini takip eder. Bu hukuk sisteminde, yazılı kanun esastır. Farklı bir hukuk geleneğinden gelen Anglo-Amerikan sistemi ise, yazılı kanun haricinde "örf/töre" kabul edebileceğimiz, toplumun genel geçer kabullerini de kanunmuşcasına kabul eder. Bu, kaynağı yazılı kanun değil, Anglo-Sakson örf ve töresi olan hukuk sistemine `common-law' denir.)
Bu teori, toprağın mülkiyetinin üç farklı yoldan elde edilebileceğini kabul eder.
Serhatta, daha önce hiç sahibi olmamış olan toprağın bulunduğu noktada, isteyen, toprağı iskan ederek sahiplenebilir. Bu iskan için, kendi emeğini toprakla karıştırıp toprağın etrafını çitle çevirmek ve mülkün üzerinde sahiplik iddiasında bulunmak gereklidir.
Önceden iskan edilmiş bölgelerde, mülkiyet, tapunun el değiştirmesi ile yapılır -- yani tapu bir önceki sahibinden yeni sahibine verilmelidir. Bu teoride, tapunun sahiplik zinciri önemlidir. Mülkiyet iddiasının en kuvvetli delili, toprağın ilk iskan edildiği zamana kadar geri giden bir dizi tapu ve el değiştirme kayıtlarıdır.
Son olarak, `common-law', toprak mülkiyetinin kaybedilebileceği veya terkedilebileceğini kabul eder (örneğin sahibin arkasında mirasçı bırakmadan ölmesi veya mülkiyeti ilk iskan tarihine kadar geri götüren kayıtların kaybı halinde). Bu şekilde sahipsiz kalmış bir parça toprak, herhangi birisi tarafından tekrar iskan edilebilir -- bu iskanın kabulu için, iddia sahibinin toprağı işgal etmesi, üzerinde işleme/iyileştirme yapması ve tıpkı ilk iskanda olduğu gibi hak iddia etmesi gerekir.
Tıpkı hacker gelenekleri gibi, bu teori, merkezi otoritenin olmadığı veya zayıf olduğu uzun bir dönem içerisinde organik olarak gelişmiştir ve kaynağı bin yıl önceki Germen ve İskandinav kabile geleneklerine dayanır. Modern dönemin başlarında İngiliz siyaset filozofu John Locke tarafından sistematize ve rasyonalize edildiği için, bazen Locke'nin mülkiyet teorisi olarak adlandırılır.
Aynı mantığı taşıyan teoriler, az bulunan malın dağıtımını düzenleyebilecek kuvvette bir merkezi otoritenin olmadığı ve malın yüksek ekonomik veya yaşamsal değeri olduğu her noktada ortaya çıkmıştır. Bazen romantik bir görüşle mülkiyet kavramlarının olmadığına inanılan avcı-toplayıcı kültürlerde dahi benzer teorilere rastlanır. Örneğin Kalahari Çölü'nde yaşayan !Kung San kabilesinde avlanma bölgelerinin mülkiyeti yoktur. Fakat pınarların ve içme suyu bulunan gölcüklerin mülkiyeti, Locke teorisine benzer bir usulde vardır.
!Kung San örneği, Locke mülkiyet geleneklerinin, ancak kaynaktan beklenen getirinin, kaynağı savunma giderlerinden daha büyük olduğu zaman ortaya çıktığını göstermesi açısından önemlidir. Avlanma bölgeleri mülk değildir, çünkü avlanmanın getirisi değişkendir ve (değerli olmasına rağmen) günlük yaşamı devam ettirmek için gerekli değildir. Sulama kaynakları ise günlük yaşam için elzemdir ve savunulabilecek kadar küçüktür.
Bu makalenin başlığında yer alan ``noosfer'', düşüncelerin, fikirlerin oluşturduğu bölge, mekan anlamına gelmektedir.
[N]. Hacker mülkiyet gelenekleri, bütün yazılımların oluşturduğu uzayda, yani noosfer'in bir alt kümesinde, Locke mülkiyet teorisinin geçerli olduğunu göstermektedir. Yeni bir açık kaynak kod projesini hayata geçiren herkes, noosfer'in yeni bir bölgesini mesken tutmakta, iskana açmaktadır.
Faré Rideau <fare@tunes.org> haklı olarak hacker'ların tam olarak soyut fikir dünyasında çalışmadıklarını söylemektedir. Rideau, hacker'ların sahip oldukları şeyin programlama projeleri olduğunu belirtmekte ve bunların, somut emeğin (geliştirme, hizmet vs.) odak noktaları olduğunu ve şöhret, güvenilirlik gibi kavramların bu projelerle alakalı olduğunu söylemektedir. Dolayısıyla, hacker projelerinin oluşturduğu uzay, noosfer değil, onun bir izdüşümü olan, noosferi araştıran program projeleridir. (Astofizikçilerden özür dileyerek, bu izdüşüm uzayına ergosfer, yani 'emeğin küresi' demenin etimolojik olarak doğru olacağını düşünüyorum.)
Pratikte ise, noosfer ve ergosfer arasındaki fark bu makalenin kapsamında önemli değildir. Faré'nin tanımladığı soyutlukta bir 'noosfer'in anlamlı bir şekilde var olup olmadığı tartışılabilir; bu kadar soyut hale gelmiş bir kavramı kabul etmek için neredeyse Eflatun ekolünden bir filozof olmak gerekmektedir. Ve noosfer ve ergosfer arasındaki fark,
pratikte yalnızca fikirlerin (noosfer'in öğeleri) sahiplenilemeyeceği, yalnızca fikirlerin somuta dönüştürülmüş hali olan projelerin sahiplenilebileceğini göstermek için önemlidir. Bu soru, fikri mülkiyet teorilerindeki kavramlara girmekte ve bu makalenin kapsamı dışına çıkmaktadır. (bakınız
[DF]Kavram kargaşasını önlemek için noosfer veya ergosfer'in bazen (çoğu hacker'ın bu terimden hoşlanmamasına rağmen) 'siber uzay' olarak adlandırılan, elektronik medyada bulunan sanal yerlerden farklı olduğunu söylemekte yarar vardır. Siber uzayda mülkiyet, gerçek hayata daha yakın olan ve bizim bahsettiklerimizden tamamen farklı olan kurallar dahilinde işlemektedir -- esas olarak, medyanın ve siber uzayın bir parçası olan makinaların sahibi olan kişi, siber uzayın o parçasının sahibi olmaktadır.
Locke mantığı, gelenekleri değerlendirirken, açık kaynak kod hacker'larının geleneklere uyma sebebinin eforlarından elde etme beklentisi içinde oldukları bir getiriyi savunmak olduğuna işaret etmektedir. Bu getiri, iskan projeleri için gereken efordan, mülkiyet zincirini belgeleyen sürüm tarihçeleri tutma maliyetinden ve sahipsiz bir projeyi devralmak için kamuya açık bildirimde bulunmak ve beklemenin zaman maliyetinden daha önemli olmalıdır.
Dahası, açık kaynağın 'getirisi', yalnızca yazılımı kullanmaktan daha ileride, projenin çatallanması halinde azalacak bir şey olmalıdır. Eğer tek problem kullanım olsa idi, çatallamaya karşı bir tabu bulunmaz ve açık kaynak kod mülkiyeti, toprak mülkiyeti ile benzeşmezdi. Hatta, açık kaynak kod lisansları, yalnızca kullanımın tek getiri olduğu ve çatallamanın kabul edilebilir olduğu bir dünyaya işaret etmektedirler.
Bazı getiri türlerini hemen eleyebiliriz. Bir ağ bağlantısı üzerinden doğru dürüst baskı kurulamadığından dolayı, güç elde etme beklentisi olamaz. Benzer şekilde, açık kaynak kod kültürünün para benzeri bir kavramı veya içsel bir az bulunan mal ekonomisi yoktur, dolayısıyla hacker'lar materyal zenginliğe paralel bir şeyin (örneğin az bulunan bir şeyin biriktirilmesi) peşinde olamazlar.
Açık kaynak kod faaliyetlerinin insanları zenginleştirmesi için bir yol mevcuttur -- bu yol, arkada yatan motivasyona da ışık tutabilir. Zaman zaman, hacker kültüründe elde edilen şöhret, gerçek dünyaya ekonomik açıdan önemli şekillerde yansıyabilir. Bu şöhret, bazen daha iyi bir iş teklifi, bir danışmanlık kontratı veya bir kitap yazma teklifi şeklinde gerçek dünyaya yansıyabilir.
Bu yan etki, pek çok hacker için son derece az rastlanır ve marjinaldir. Bu kadar az rastlanan bir etkinin tek motivasyon olması, hacker'ların sürekli olarak yaptıkları şeyi para için değil, sevgi veya idealizm uğruna yaptıkları iddialarını reddetsek bile inandırıcılıktan uzaktır.
Fakat, bu ekonomik yan etkilerin pazarlık ve anlaşma süreci, incelemeye değerdir. Aşağıda açık kaynak kod kültürünün kendi içinde şöhret dinamiklerini anlamanın açıklayıcı güce sahip olduğunu göreceğiz.